Osmanlıda Para Vakıfları
Vakıf, belirli bir amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak gelir getirici bir varlığın resmi işlemle bağışlanmasıdır. Osmanlı devleti döneminde vakıflar sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamın öylesine önemli bir unsurudur ki dönemi “vakıf medeniyeti” olarak tanımlamak mümkündür (Korkut & Bulut, 2017). Vakıflar çok çeşitli alanlarda hizmet vermektedirler. Cami, medrese, okul, sağlık merkezleri, aşevleri gibi kurumların inşası, bakımı ve cari giderlerinin karşılanması gibi hizmetlerden kaldırım bakımı, çeşme, köprü ve yol inşası gibi alt yapı hizmetlerine kadar birçok alan vakıfların faaliyetleri arasında yer almıştır. Tüzel kişiliğe sahip olan vakıfların varlıklarını devam ettirebilmeleri kendileri için bağışlanan mal varlığına diğer bir deyişle sermayelerine bağlıdır. Sermayesi gayrimenkul olan vakıfların tarihi Osmanlı’dan eskilere dayansa da sermayesi para olan vakıflar Osmanlı devleti döneminde ortaya çıkmıştır.
Para Vakıflarının Kuruluşu
Osmanlı Devleti döneminde faaliyet alanları çeşitlenen vakıflar, 15. Yüzyılda yeni bir açılıma gitmiş ve sermayesi para olan vakıflar kurulmuştur. Paranın vakıf sermayesi olarak kullanılıp kullanılamayacağına yönelik tartışmalar daha önce başlamasına karşın, para vakıflarının Osmanlı’dan önce var olduğuna dair bir bilgi bulunmamaktadır (Dumlu, 2015). 1423 tarihinde kurulan Hacı Muslihuddin (Semmân) bin Halil Vakfı, Osmanlı devleti döneminde kurulan ilk para vakfıdır. Edirne’de Kilise-Câmii Mahallesi’nde kurulan bu vakıf için kurucusu Yağcı Hacı Muslihuddin 10.000 akçe ve Ağaçpazarı’nda bulunan dükkanları vakfetmiştir (Korkut & Bulut, 2017). Para vakıflarının kuruluş amacı ödünç veren bir kredi kurumu oluşturmak ya da toplumun finansman gereksinimini karşılamak değildir. Para vakıflarının her birinin bir amacı vardır ve para vakfı kurmaktaki asıl amaç vakıf kurulurken amaçlanan hizmetin söz konusu paranın işletilmesiyle elde edilen gelir sayesinde sürdürülmesidir (Güney, 2019). Örneğin Fatih Sultan Mehmet’in 24.000 altın vakfederek kurduğu para vakfının amacı yeniçeri ocaklarına verilen etlerin sübvanse edilmesidir (Döndüren, 2008).
Para vakıflarının rolü: Para vakıfları birer kredi kurumu olarak kurulmamış olsa da bu vakıflarla birlikte Osmanlı toplumu yeni finansman modeli ile tanışmıştır. Başlangıçta sadece ihtiyaç sahibi bireylerin ya da küçük ve orta ölçekli işletme sahiplerin finansman gereksinimleri karşılanırken ilerleyen yıllarda büyük işletmelerin ve hatta devletin dahi fonlandığı dönemler olmuştur. Para vakıfları, vermiş oldukları tüketim ve ticari kredileriyle bir yandan ihtiyaç duyulan sıcak para ihtiyacını karsılarken, diğer yandan da piyasanın canlanmasına katkıda bulunmuşlardır (Dumlu, 2015).
Para vakfı örneği: Örneğin 1741 tarihli Yunanistan’da kurulmuş olan Ahmed Efendi bin Mustafa Ağa Vakfı 252.000 akçe sermayeye sahiptir. İşletim oranı olarak %15 olarak belirlenmiştir. Vakıftan borç kullanacakların iflas eden, kötü niyetli, borcunu bilerek geciktiren kişilerden seçilmemesi, Osmanlı tebaasından tüccar ve sanayi ehline verilmesi vakfiyede bildirilen şartlardandır. Ayrıca borç kullanacak kişilerin o yöreden seçilmesi de vakfiyede yer almaktadır. Aynı hayırseverin yine aynı yerde kurduğu 26 Nisan 1742 tarihli vakıfta da aynı şekilde 252.000 akçe vakfedilmiş ve vakıftan tüccarların ve sanayi ehlinin borç alması şartı konulmuştur. Çalışmada bahsi geçen diğer örneklerde de vakıf kurucusu vakfiyede, vakıftan borç kullanacak kişilerin tüccarlar olacağı şartına yer vermiştir (Korkut & Bulut, 2017)
Para Vakıfları Caiz mi Değil mi?
Para vakıflarının kurulmasından çok önce İslam âlimleri arasında paranın vakıf amaçlı bağışlanıp bağışlanamayacağına dair tartışmalara rastlanmaktadır. Fakat Osmanlı döneminde para vakıfları ile birlikte bu tartışmalar yoğunlaşmış ve destekleyenler ile karşı çıkanlar görüşlerini açıklama fırsatı bulmuşlardır. Para vakıflarının caiz olup olmadığına yönelik tartışmaların özünde ise para vakıflarında yapılan işlemlerin faiz olup olmadığı yatmaktadır. Bu bağlamda ilk olarak para vakıflarında hangi tür işlemlerin yapıldığı açıklanacak daha sonra destekleyenler ile karşı çıkanların görüşlerine yer verilecek ve son olarak da para vakıflarının bu tartışmalardan nasıl etkilendiği ortaya konulacaktır.
Para vakıflarında, vakıf kurucusu tarafından bağışlanan para mütevelli heyeti tarafından, vakıf kurucusunun belirlediği koşullarda ve alanlarda kullanılmaktadır. Para vakıflarının para işletme yöntemi olarak teoride karz-ı hasen, mudarebe ve bida’a seçenekleri yer almakla birlikte uygulamada işlemler önemli ölçüde muamele-i şer’iyye, bey‘ bi’l-vefâ ve bey‘ bi’l-istiğlâl şeklinde gerçekleşmiştir (Güney, 2019; Korkut & Bulut, 2017). Muâmele-i şer’iyye ya da kısa adıyla muamele, ödünç alınan paranın belirli bir fazlalıkla geri alınmasıdır. Muamele faiz yasağını arkadan dolanmak amaçlı kullanılan bir uygulamadır. Fıkıh yazınına “ine” satışı olarak da geçen bu yöntem faiz yasağını çiğnemeden borcun belli oranda fazlalıkla tahsil edilmesini mümkün kılmaktadır. Buna göre vakfa ait bir mal önce vadeli işlemler borçluya satılır, sonra daha düşük bedelle borçludan tekrar satın alınır. İşlem tam tersi de yapılabilir. Borçluya ait sembolik bir mal önce borçludan düşük bir bedelle satın alınır, sonra borçluya daha yüksek bedelle satılır (Aybakan, 2019). Böylelikle bireylerin finansman ihtiyaçları karşılanırken para vakıflarına da gelir sağlanmaktadır.
Değişim, mübadele anlamına gelen Bey, hukuki bağlamda satım sözleşmesidir. İşlem, “bey‘bi’l-vefâ” ve “bey‘bi’l-istiğlâl” olarak iki farklı şekilde uygulanmıştır. Satış sözleşmesinin bir çeşidi olan bey‘bi’l-vefâ, rehin yönü ağır basan ve bir malı parasını iade edince geri almak şartıyla yapılan satıştır. Borç geri ödendiğinde satış işlemi kaldırılarak mal eski sahibine dönmektedir. Süre zarfında borcu veren kişi rehin aldığı malın sadece kullanım hakkına sahip olmaktadır. Alınan borç çoğu zaman malın gerçek değerinden daha azdır. Kredi alan kişinin iş yerini ya da evini kredi süresince terk etmeden kullanabilmesi için geliştirilen yöntemin adı ise bey‘bi’l-istiğlâl’dir. Bir varlığın getirisini/gelirini almak anlamına gelen istiğlal, malın gelirinden faydalanmak için onu borçluya kiralamak şeklindeki satıştır. Alınan kira bedeli mülkün gerçek kira değeri kadar değil, verilen borcun neması kadardır. Yöntem sayesinde borçlu nakit ihtiyacını karşılarken aynı zamanda mülkünü kullanmaya devam etmekte ve borç işlemlerinde faizden kaçınmaktadır (Yağcı & Gürsoy, 2019).
Para vakıflarının caiz olup olmadığı dönemin din bilginleri tarafından tartışılmıştır. Bu konuda “risale” adı verilen eserleri yayınlayan Ebussuud ve İbn Kemal gibi bilginler para vakıflarının caiz olduğu görüşünü savunurken Çivizade ve Birgibi gibi bilginler ise para vakıflarının caiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Para vakıflarının caiz olup olmadığına dair tartışmalar üç başlıkta toplanmaktadır: Para vakıflarının meşruiyeti, parada ebedilik sorunu ve vakıfların tescil işlemi. Her iki taraf da, para vakıflarının caiz olduğunu ve caiz olmadığını savunanlar, kendi tezlerini destekleyecek görüş/fetva/yorum bulmakta güçlük çekmemişlerdir. Özellikle paradan vakıf kurulup kurulamayacağı sorusu etrafında tartışmalar yoğunlaşmıştır. Birgivi, para vakıflarının sermayelerini işletme yöntemlerine dikkat çekmiş, işlemlerin meşru yöntemler yerine ağırlıklı olarak muamele-i şer’iyye ve bey olarak yapıldığını, bu işlemlerin özü itibariyle faiz işlemi olduğunu vurgulamış, vakıf yöneticilerinin bilmeden ya da bilerek faize bulaştıklarını ifade etmiştir (Dumlu, 2015; Güney, 2019; Okur, 2006).
Para vakıfları hakkında din bilginlerinin kendi aralarındaki tartışmaları devam ederken, diğer taraftan para vakıfları faaliyetlerine devam etmektedir. Aslında para vakıflarının teolojik düzlemde bu denli tartışılmasının temel nedeni sayılarının giderek artması ve toplumsal görünürlüklerinin fazlalaşmasıdır. Özellikle 15. Yüzyıldan itibaren hem sayı olarak hem de para vakıflarının yönettikleri sermaye miktarının yüksek bir orana ulaşması tartışmaları daha da alevlendirmiştir. Dönemin din bilginleri, bürokrasideki güçlerini de kullanarak dönemin padişahlarına para vakıflarının yasaklanması ya da serbest bırakılması yönünde telkinlerde bulunmuşlardır. 1545-1547 yılları arasında Rumeli Kazaskerliği yapan Çivizade Mehmet Efendi para vakıflarının caiz olmadığını belirterek kapatılması gerektiğini ifade etmiştir. Dönemin etkili din bilginlerinden ve etkili bürokratlarından Ebussuud Efendi (ki daha sonra uzun yıllar Şeyhülislam olarak görev yapmıştır) para vakıflarının caiz olduğu yönündeki görüşlerini bir risale ile yayınlamıştır. Karşılıklı yazışmalara diğer din bilginleri ve ilahiyatçılar da katılmıştır. İlk raundun kazananı Çivizade Mehmet Efendi olup, 16. Yüzyılın ortalarında Kanuni döneminde para vakıfları kapatılmıştır (Güney, 2019; Yağcı & Gürsoy, 2019; Okur, 2006; Korkut & Bulut, 2017).
Para vakıflarının kapatılmasını düzenleyen emir yayınlandıktan sonra para vakıfları tarafından yapılan hizmetlerin nasıl yürütüleceği konusunda soru işaretleri oluşmuştur. Sofyalı Bali Efendi, Kanuni’ye ve diğer bürokratlara gönderdiği mektupta para vakıflarının Rumeli’de yüzyıllardır var olduğunu ifade etmiş, para vakıflarının kapatılması durumunda ortaya çıkacak toplumsal sorunlara dikkat çekmiştir. 1547 yılında para vakıflarının yasaklanması gerektiğini savunanların önde gelenlerinden Çivizade Mehmet Efendi ölmüş, Kanuni para vakıfları konusunun tekrar incelenmesini emretmiş ve dönemin en etkili ilahiyatçılarının ve din bürokrasisinin para vakıflarının devamı noktasına birleşmesi üzerine, 1548 yılında para vakıflarını yasağı kaldırılmıştır (Güney, 2019; Yağcı & Gürsoy, 2019). Para vakıfları Osmanlı toplumunda bir boşluğu doldurmuş, bir taraftan toplumun finansman ihtiyacını karşılarken diğer taraftan elde edilen gelirlerle çeşitli toplumsal hizmetler yürütülmüştür. Bunun için de toplumun çeşitli kesimleri tarafından desteklenmiştir. Yasağın kaldırılmasıyla birlikte para vakıfları modern finansal kurumların, bankaların, faaliyete başlayacağı 19. Yüzyıla kadar Osmanlı Devleti’nde bireylerin ve kurumların finansal gereksinimlerini karşılamaya devam etmiştir. Cumhuriyete kadar geçen sürede çok sayıda para vakfı kurulmuş, Cumhuriyet döneminde Vakıflar Bankası’nın kuruluşunda faaliyetlerine devam eden para vakıfları sermaye olarak kullanılmışlardır (Koyunoğlu, 2008).
Para vakıfları faaliyette bulundukları dönemde, finansman sorunun çözümüne önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu vakıflarla ilgili önemli konulardan biri parayı bağışlayan/vakfeden kişinin paranın getirisinden bir beklentisi olmamasıdır. Bu yüzden de para vakıflarında aşırı bir kar isteği/hedefi bulunmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında para vakıfları günümüzde yaşana finansman sorunun çözümüne katkıda bulunabilecek kuruluşlardır. Para vakıfları kar amacı gütmediğinden modern İslami ve faizsiz finans kurumları gibi çalışabilirler. Böylelikle küçük ve orta ölçekli işletmelerle, bireylerin finansman ihtiyacını sağlayacak mikro kredi kuruluşları gibi çalışarak toplumun orta ve alt tabakasının refah seviyesinin artırılmasına katkıda bulunabilir (Korkut & Bulut, 2017).
Daha fazla bilgi için aşağıdaki bağlantıdan makalenin tam metnine erişim sağlayabilirsiniz.